Yazdıkları
Hikayeler

~~İlk basılan kitabım olmamasına karşın, ilk basılan kitap heyecanını duydum belki de.  2002 yılının o muhteşem kesişmelerinin olduğu günlerde tanıdım hala dostlarım olan ve bana yazmak için ilham veren Baki’yi, Alper’i, Esra’yı, Oral’ı, Gözde’yi… Eray’ın yeni geliştirdiği bir oluşumdu Jazz Atölye’si.  Jazz Severlerin daha iyi bir Jazz dinleyecisi olmak için bir araya gelme fırsatı bulduğu harika bir girişimdi. Jazz sohbetlerinin Ustalarla yapıldığı, çıkışlarında olmazsa olmaz tadında Beyoğlu’nda muhallebicide oturulup biz bize sohbetlerin derinleştiği günler…

İşte öyle bir akşamda, 20 cm’lik bir papazın hikayesi çıktı… Bir dil sürçmesiydi aslında “Duli” ismi… “Deli mi yahu?” derken “Duli” çıkmıştı ağzımdan… Bir başka akşam, evlilikler üzerine derin ve felsefi bir sohbet yaparken tek gün olsa demiştik evlilik, ama salıları Jazz Atölyesi var, o gün olmasın demiştik, “Bakın yazarım bunu “ demiştim… Ve yazmıştım…

Kızıl Ejderin Hikayesi… Ertesi gün gidilecek Ağva seyahatinden önce bitirilip e-posta olarak gönderilecek kadar iddialaşılan bir hikaye idi…

İşte bu yüzden içinde sadece 1 adet Jazz ile doğrudan ilgili hikaye varken adı Jazz Hikayeleri… İşte bu yüzden pek çoğu Jazz gibi doğaçlama… İşte bu yüzden her dinlendiğinde ayrı tadı olan Jazz gibi, her okunduğunda ayrı rengi olan hikayeler… Bütün hikayelerinde ki aykırılık ve başkaldırış, bu yüzden kitabın isminde de var…

Ama benim için, Jazz Atölyesi’nin dostlarından beslendiğim, ilham aldığım yazılar… Başka ne isim koyabilirdim ki?

Evet dostlar, hayatımın en kırılgan günlerinde karşıma çıkıp, bana yeniden yazma ilhamı ve tutkusu verdiğiniz için, benim kendime ihanetimi engellediğiniz için ve “henüz ve hala” hayatımda olduğunuz için çok teşekkür ederim…

Bu hikayeler çok sevgili dostlarım,

Baki Duyarlar,

Alper İnegöllü,

Esra Korkut,

Oral Çınar,

Gözde Luş

Ve

Eray Çavdarlı’ya ithaf edilmiştir…

Sevgiyle ve Dostlukla,

Aslı

Teşekkür

Çok Sevgili Yeşim Nayman ve Çok Sevgili Öznur Tekiner iyi ki varsınız…

Bu kitabın basılmasında emeği geçen başta Sn. Vedat Akdamar olmak üzere, herkese teşekkür ederim.



 



JAZZ HİKAYELERİ



Tılsımların Efendisi



          Her zaman ki akşamlarından biriydi şehrin. Alacakaranlık yavaş yavaş içini geceye döküyordu. Martılar son, umarsız bir uçuşla damların kızıllıkla siyaha bulanmış kiremitlerinde dolanıyorlardı. Farklı binlerce öykü yaşlı kentin uçsuz bucaksız sokaklarında dantel inceliğinde yaşanmaya başlıyordu. Bir öncesi ve bir sonrası gibi... İşin tuhafı bu alacakaranlık kalabalığının içinde çok sıradanmış gibi yürüyen genç adam da bütün bunları bir yerlerde hissediyor, algılıyor ama sanki sadece kendisinin bildiği bir sebepten her şeyi erteliyor gibiydi. Bütün duyumsamalara son diye geçirdi aklından genç adam telaşlı adımlarını birbiri ardına atarken. Artık bu çaba bir şekilde son bulmalı. Yoksa... Yoksa dayanamayacağım... Ve biliyorum o da dayanamayacak...



            Gecenin esirgeyen karanlığı cılız kanatları ile gündüze inat örtmüştü yaşlı kenti baştan sona... Yaşlı kentin insanları bu gecelik oyunlarını sahnelemeye başlamışlardı çoktan. Çoktan öyküler bitmiş, sonuçlara gelinmişti. Ama genç adam,hala öykünün başında olduğunu düşünüyordu…






20 YIL GECİKMİŞ HİKAYELER



Bir Akşamüstü




-Ah, evet! Çok net hatırladım bütün yazdıklarınızı. Aslında son sayfaya kadar büyük bir keyif ve heyecanla takip ediliyor yazdıklarınız. Ancak son sayfada okuyucu kala kalıyor, sonunu yazmamışsınız…



-Sonu yok da ondan! Olmayan bir şeyi nasıl yazayım?



-Nasıl sonu olmaz? Yazarsanız olur… Ama yazmanız lazım. Yani daha başında kurguyu düşünüp ona göre yazacaksınız. Zaten yazarlık denilen kabiliyet de bu.



Kızın yeşil bakışlarında yine öfke dolanmaya başlamıştı. Sağ eliyle oturduğu koltuğun kenarını sıkıca kavramış öfkesini koltuğun sessizliğine akıtarak kendini kontrol etmeye çalışıyordu.



-Hayatta her şeyin bir sonu mu var?



-Evet… Tabii



-Öyle mi? Bence yok! Sabah evden işine giden babam bir daha dönmedi. Henüz 4 yaşındaydım. Aynı bu hikâye gibi kalakaldı her şey. Bir gazetenin daha yeni yetme ama haber peşinde koşan cebbar bir muhabiri iken bir uyuşturucu Baron’unun ayaklarına dolaştığı için yarım kaldı bizim hikâyemiz… Ya da üniversite birinci sınıftaki sevgilim Yener… Dahası olamayacak kadar, saçma sapan bir sokak dalaşında iki sokak çocuğu tarafından acımasızca bıçaklandı. Onunla da yarım kaldı, bitmedi…



Adam, kızın kederle isyan edişine ve söylediklerine çok üzülmüştü. Samimiyetle onu teselli etmek amacı ile de;



-Çok genç yaşlarda çok acı tecrübeler edinmişsiniz. Çok üzüldüm inanın…



-Sahi mi? Dedi kız.. O kadar uzaklardan gelen bir sesle söylemişti ki bunları, ürperdi adam.



-Bu sebeple de her şeyi çok iyi bildiğinizi sanıyorsunuz değil mi? Bunları SON olarak kabul edecek kadar küstah bir bilgelikle beni anladığınızı söylüyorsunuz… Oysa hiçbir şey anlamış değilsiniz, anlasanız hikâyenin neden böyle bittiğini de anlarsınız…