Okudu

Yıl 1971… Aylardan Eylül… İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu birinci sınıfına başlayan Aslı, okulun duvarına yaslanarak gelen geçene bakıyor ve diğer çocukların yanlarına gidemiyordu. Çünkü ona bakan çocuklar çığlık atıp kaçıyorlardı. Çok ama çok üzülmüştü. Hiç böyle olacağını düşünmemişti okulun. Hiç böyle yalnız olacağını… Diğer çocukların bazıları sormuştu gözündeki sargıyı, o da anlatmaya çalışmıştı ama anlamamışlardı. Ağlamamak için kendini oyalamaya çalışıyor, Atatürk büstü ile konuşmaya çalışıyordu. O sırada saçları iki yandan örgülü iri gözlü sınıfından bir kız yanına geldi. “Ne oldu gözüne?” dedi yine. “Okul açılmadan birkaç gün önce yanlışlıkla kestim” dedi Aslı. “Geçmiş olsun, acıyor mu?” diye konuşmaya devam etti kız. “Yok artık acımıyor” diye cevap verdi. “O zaman gel birlikte oynayalım” dedi ve elini uzattı Aslı’ya. Aslı ve Gül o gün bugündür dostlar.



1974 yılında öğretmenlerinin emekli olması ve Gül’ün Nurettin Teksan İlkokulu’na geçmesi ile Aslı çok üzgün bir başlangıç yaptı okula. Nerdeyse hiç gitmek istemiyordu.  Sonra bir gün annesi, onu elinden tutarak bir okula götürüp “Burada devam edeceksin” dedi. Canı çok sıkılmıştı. Şimdi de ona sorulmadan neden okulunu değiştirmişlerdi. Tam annesine itiraz edecekken, donup kaldı. Karşıdan koşarak Gül geliyor ve “Canım Arkadaşım!” diyordu. 1975’te ikisi de Nurettin Teksan İlkokulu’ndan mezun oldular.



Saint Benoit Fransız Kız Lisesi’ne gittiği ilk gün hayatında bir daha asla ve asla büyük konuşmayacağına yemin etmişti. Çünkü kazansam da bu okula gitmem, çok kasvetli dediği okula gidiyordu. Sonraki 8 yıl unutamayacağı bir dolu anıyı, sevgiyi, aşkı ve bilime tutkuyu öğrendiği lisesinin ilk günü işte böyle komik bir başlangıçtı. Saint Benoit Fransız Lisesi, belki de onun kişiliğinin en önemli kilit taşlarının konulmasına sebep oldu. Orada öğrendi, doğru ve anlamlı soru sormayı bilim için. Orada öğrendi felsefenin ne işe yaradığını, dünyadaki farklı kültürlerin insana ait olduğunu, ne olursa olsun özde insan olduğunu ve insandan vazgeçmenin belki de en büyük ihanet olduğunu. Orada okurken aşık oldu matematiğe ve fiziğe. Sabah kahvaltı sofrasındaki reçelin içindeki kaşığın sürtünme ile yavaş ilerlediğini, uçak havalanırken hissettiği yer çekimi kuvvetini aslında çok sevdiğini o zamanlar fark etti. O zamanlar içselleştirdi sonsuzun artı ve eksisinin yine de sonsuz olduğunu ve mutlak değerin anlamsızlaştığını bu noktada.



İlk sosyal sorumluluk çalışmasını Cüzzamlıları Koruma Derneği için yapmaya başladı o yıllarda. Sonraları pek çok sosyal sorumluluk projesine gönüllü olmayı Türkan Saylan’ın o amansız mücadelesindeki genç bir kız destekçi olarak öğrenmeye başladı. Aynı yıllarda amatör tiyatroya da başladı. Sekiz Kadın, Çökme Tehlikesi Var, İki Kişilik Hırgür derken, Liselerarası Tiyatro yarışmasında Jean Anouilh’un Antigone adlı eserindeki Antigone rolü ona birincilik getirdi. Yurt dışı tiyatro bursu teklifi ile içinde fırtınalar kopmaya başladı. Yüreğin yarısı tiyatro diyordu, diğer yarısı ise bilim.



Ve Lise son sınıfa kadar tıp fakültesine gideceğim derken, bir gün ansızın Matematik öğretmeni ile yaptığı sohbet sonucu hayatındaki belki de en doğru kararı vererek, elektrik mühendisliğini seçti.



1984 yılında ilk tercihine, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Elektronik Fakültesi’ne kaydolurken, bütün hayatına damgasını vuracak bir düşünce sistematiği ile buluştuğunun henüz farkında değildi. İlk derslerinden birinde çok sevdiği devre analizi profesörü şöyle demişti: “Buradan mezun olurken, pek çok şeyi unutacaksınız, ama bu eğitimin size kazandırdığı analitik formasyonu isteseniz de unutamayacaksınız.”



Mühendis olduktan sonra, MBA yaptı İstanbul Üniversitesi İstanbul İktisadi Enstitüsünde. Burada da “Marketing” ile tanıştı.



Artık akademik bir eğitim almıyor, ama hala öğreniyor.