Doğdu

Etiler’de o kış diz boyu kar vardı. Hele o gün. Akşamdan yağmaya başlamıştı. Haseki Hastanesi Doğum Servisi’nde, hem avukat hem öğretmen olan son derece zarif bir hanım ertesi gün sezaryen ile doğum yapacağını öğrenmişti. Bu hanımın adı, Macide Hikmet Levent’ti.  Servisteki tek ankesörlü telefonla eşini aradı Macide Hanım. Eşi Oğuz Levent, Diyarbakır’daydı. Hâkim olan Oğuz Bey heyecanla açtı telefonu. Doğumun yarın olacağını öğrendi. İyice heyecanlanmıştı. Doğum için daha var diye düşünürlerken, erken alıyorlardı ameliyata. Canı sıkılmıştı bu habere. Onlara göre 15 gün kadar erkendi. Hayırlısı, diye düşündü Oğuz Bey, moral verdi eşine. Hemen yola çıkacaklardı onlar da o zaman.  Zaten yarı yıl tatili de başlamıştı bugün. Böylece Murat da okuldan kalmamış olacaktı.



O akşam çok soğuktu İstanbul. Macide Hanım, odasının penceresinde yağan kara bakıp dua etti, her şeyin yolunda gitmesi için. Oğlunu, Murat’ını düşünüyordu. Dokuz yaşındaydı. Kendine bir şey olursa iki evladı da annesiz kalacaktı. Ama doğan çocuğu onu hiç tanımamış olacaktı. Yani hiç bilmeyecekti anne sevgisini, şefkatini. Belki daha kolay olurdu onun için. Ama oğlu… 9 yaşında annesiz kalırsa… Dua etti. Yalnızdı odasında.



Rikkat Hanım, neredeyse hiç uyumadı geceleyin. O da doktorun erkenden ameliyat demesine endişelenmişti. Ters giden bir şey vardı demek ki. Ablasının yanında kalmak istemişti ama hastane ameliyat öncesi refakatçiye izin vermiyordu.  Sabah ezanı ile fırladı yatağından.  İki evladını da annesine emanet edip yollara düştü Rikkat Hanım. Hiç vasıta yoktu. Diz boyu kar olan Akatlar’ın tek ana caddesinden yuvarlana yuvarlana Levent’e kadar yürüyüp saat başı kalkan tek otobüse yetişti.



Ablasının odasından içeri girdiğinde Macide Hanım çoktan uyanmıştı. İki kardeş sarıldılar. Rikkat Hanım, en dirayetli tavrı ile güç verdi ablasına. Ameliyata hazırladılar hemşire ile. Tam odadan çıkarlarken, kardeşine gülümseyip ”Murat, sana emanet!” deyiverdi Macide Hanım.



Ameliyathanenin önünde heyecanla bekliyordu Rikkat Hanım. “Ne haber?” diyen bir sesle döndü. Aysel Hanım gelmişti. Oğuz Levent’in kardeşi Aysel Hanım da çocuğunu annesine bırakmış, erkenden çıkmıştı Merter’den. Ama bu havada o da çok zorlanmıştı vasıta bulmakta. İki kadın birbirlerine güç ve moral vererek yüreklerindeki endişe ile mücadele ederek beklediler… Beklediler…



Hemşire, saat 12.10’da bir kundak ile çıktı ameliyathaneden. Maşallah, dedi. “Çok dakik saat tam 12.00’da doğdu. Nur topu gibi bir kız.”  Rikkat Hanım kundağı alıp, içindeki heyecana gem vurmaya çalışarak bir dua okuyup üfledi hemencecik. Sonra telaşla sordular: “Annemiz nasıl?” Hemşire tebessüm etti: Meraklanmayın, birazdan o da çıkacak. Biraz kan kaybetti. Ama endişelenmeye gerek yok, dedi. Aysel Hanım da yeğenini kucağına alıp, “Allah’ım hamdü senalar olsun sana!” dedi. Hemşire bebeği tekrar alıp bebek odasına götürürken, Macide Hanım da iki refakatçisi ile birlikte odasına geçiyordu.



Oğuz bey, ilk durdukları istasyondan baldızı Rikkat Hanım’ın evini aramış, çok sevdiği bacanağı Yılmaz Bey ile konuşmuş, bir kızı olduğunu öğrenmişti. Hep çok aşık olduğu biricik Hikmet’i, ilk göz ağrıları Murat’ı ile birlikte şimdi de küçük hanım gelmişti yuvalarına. Oğuz bey, çok mutlu olduğunu hissetti.



Yıl 1965’ti…
Aylardan Ocak…
Son günleriydi ayın….
Ve Aslıhan Levent ya da ailesi için, hep ve daima, sadece ” Aslı”, 
doğmuştu…