Paris

YALNIZLIK ya da AYRILIĞA ÇEYREK KALA



“Kimsin sen?!” diye sorana dek hiç bu denli düşünmemiştim bu soruyu.



“Kimsin sen?” diye sordu Pilar…



Aslıhan Levent…



  Bir an kimliğim için ismimin yeterli olmadığını hissettim. Bir an kimliğimin, nüfus cüzdanına, pasaporta yazılandan çok daha fazla içeriği olduğunu hissettim.



“Moi, c’est moi!” diye cevapladım. İçimdeki soru ise hala cevapsızdı.



  Gözlerimin önünde 4 yaşlarında bir kız çocuğu canlandı. Saçları belinde, uslu çocuk olması gerektiğini bilip, çok istediklerini dahi istemeyen duygusal bir kız çocuğu… Duygusal ve içinde yalnız…



  Sonra ilkokul sıralarında ki bir kız… Önlüğü ve beyaz yakası ile… Annesinin hep özenle söylediğini asla unutmayan “Mendilin sağ cebinde kızım, paranı sol cebine koydum, sakın karıştırma, para kirlidir yavrum!” Bu cümleyi asla unutmayan, karıştırmayan bir kız ve derslerine çok çalışan… Yalnız…



  Fransızca öğrenen biraz daha büyük kolej öğrencisi bir kız canlandı bu kez… Duygusal kız kendine pek çok soru sormaya başlamış. Nedenler, niçinler birbiri peşi sıra! Kendi cevaplarını arayan bir kız. Kendi cevaplarında yalnız…



  Büyük geniş koridorlarda yüzlerce insan arasında, tek başınalığının katılığını yaşayan genç bir kız. Kendinden çalınanları kaydetmenin çaresizliği içinde ama yolunda dimdik… Üniversiteden atılmanın korkusu ile ideali için var gücüyle çalışan ama artık soruları cevaplanmış, özgür ve başına buyruk bir kız. Bir de yalnız…



  Seven bir kız… Dört yıl boyunca sevgisini tüm kalbiyle vermeye çalışan, hataları ve doğruları ile seven bir kız… Sevecen sıcaklığını esirgemeyen, içinde bir yerlerde hala yalnız…



  Alıp başını uzaklara, çok uzaklara gitmek isteyen bir kız…



“Kimim ben?”



  Cevabı hala verilmeyen soru. Üç ay önce buraya, Paris’e gelen mi yoksa geri dönecek olan mı?



  Buraya gelirken öyle pembe bulutlarda filan değildim. Uçak havalanıp İstanbul’la son kez vedalaştığımda “Yalnızsın ve güçlü olmalısın” dedim kendime.



Ve Paris…



  Özlememe rağmen içimde tanımlayamadığım huzur, baharın hiç gelmemesine karşın içimdeki bahar coşkusu, kimsenin Aslı’sı olmamak, Aslı’nın Aslı’dan kurtuluşu! Ama yatağının üzerindeki her zarfla sevinen, yalnız ve güçlü olan…



Ayrılığa çeyrek kala içimdeki anlamsız hüzün… Kulağımda yankılanan soru :



“Kimsin sen?”



“Hiç kimsenin Aslı’sı…”



İçimdeki soru hala cevapsız…



01.06.1991





 



GÖĞÜ TOPRAKLA BULUŞMAYAN YER



  Göğün toprakla buluşamadığı yerden bahsetsem size… İsmi ne olursa olsun göğü toprakla buluşmasa! Oraları anlatsam biraz ister misiniz? Mavinin kararsızlığından bahsetsem, gri oluşundan, bembeyaz ve simsiyah oluşundan. Ama yeşil, hep yeşil olsa… Üstelik buraları çok uzak desem? Hani öyle alıp başını gittin mi yalnızlığın dorukta olduğu… Hani herkeste biraz kendini arar gibi… İşte bu çok uzaklarda ki yer benim Fransa’m olsa. Hem hasreti hem yalnızlığı yaşadığım, farklılıklarla benzerlikleri yaşadığım benim Fransa’m. Herkesin bir Fransa’sı olsa, belki… Ama benim ki bana bile ırak, bana bile yabancı… Ve başlasam anlatmaya…



  Paris’in şatafatlı gotiklerine inat sadelikler sunan bir yer. Her köşeden kusan kültüre karşı doğayı cömertçe paylaşan bir yer. Ve Paris’in kokuşmuş batağında yaşaya yaşaya küflenmiş insanlar yerine doğanın kucağında yeşeren bir çiçek gibi sıcacık buranın insanları. Kendilerine göre acıları ve üzüntüleri var; tıpkı kendilerine göre sevinçleri ve mutlulukları olduğu gibi…



  Onlardan ikisini tanıdım; küçük dünyalarından bana açtıkları pencereyle… Birbirlerine teğet geçip giden meteorlar gibiydik kendi yalnızlıklarımızda… Yaşam dilimlerimizdeki bu ihmal edilir zamanları bizler önemsedik.



  İkisi de işçiydi. Büyük bir firmanın dağıtım kamyonlarının şoförleri… Yaşlısı küçük şeylerden mutlu olmayı seviyordu. Zekiydi. İmkansızlıklara bile açık kapı bırakıyordu. 45’li savaş yıllarını görmüş, işsizliği yaşamış ama dudaklarındaki gülümsemeyi hiçbir şey alamamıştı. Üç çocuğu ile övünüyordu, babacandı. İçkiyi seviyordu ama sigarası yoktu. Buraların yeşili gibi olan yaşlı gözleri her gün bıkmadan usanmadan aynı türküyü söylüyordu. Uzun yıllar eşine dostuna anlatacağı bir günlük değişikliktim onun için. Belki biraz da uzaklarda ki kızını hatırlatmıştım. Ve benim yazımda yer alacağını hiç bilmiyordu.



  Genci hırslıydı, azimliydi. Ailesi, kırdaki küçük evi ve minik çiftliği her şeyiydi. Bir de motorsikletleri… Bayılıyordu yarışmaya! Yaşamdan çok şey bekliyordu. Ressamdı ama o defteri çoktan kapatmıştı. Akşam aile yemeğinin konusu olacağımı biliyordum. Bir de seyahat hayalleri için yeni bir ufuk açan küçük bir insan. Buraların yeşili gibi olan genç gözleri her gün yeni bir inatla başka bir türküyü söylüyordu. Ve benim yazımda yer alacağını hiç bilmiyordu.



  Her ikisi de yabancı bir ülkeyle o kadar ilgilenmiyordu; onlar için en güzel yer burasıydı. Burası vatanları…



  Paris’in grilerle dolu iki ayına karşılık burada yeşili yaşadığım iki gün geçirdim. Benim Fransa’m grilerle yeşillerin bir kovalamacası. Hayranlık yok, abartılmış duygular yok, sadelik ve yalınlık var. Varsın sineması olmasın, tiyatrosu da… Ama sıcacık insanı var…



Hoşça kal, göğü toprakla buluşmayan yer!



19.04.1991



Tour-St.Pierre des Corps